Din Sömürüsünden Felsefe Sömürüsüne - 1: Öncül dergisinin Yeni Ateizm paradigması üzerine yanılgısı

<head><script async src="https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-9197784698686564"

     crossorigin="anonymous"></script></head>

GİRİŞ


Öncül 'analitik' 'felsefe' dergisinde "Din karşıtlığından din felsefesi karşıtlığına: Türkiyedeki Yeni Ateist Paradigmanın Yanılgısı - Musa Yanık" ve "Ateistler neden Felsefe ve Teoloji ile ilgilenmeli - Berat Mutluhan Seferoğlu" adlı yazılarını okudum ve oradaki bariz hataların "felsefe" ünvanı taşıyan bir dergide barınabilmesine hiç şaşırmadım, zira, Açıksözlü Ateistlere taşlama amaçlı ne derseniz deyin felsefeciler arasında ihtilafsız alkışlanır, çünkü Açıksözlü Ateizm, felsefe sömürüsü yapanların önündeki en büyük engeldir. "Din sömürüsünden felsefe sömürüsüne" adlı yazı serim 3 bölüm olacak olup, 3'üncü bölümde Açıksözlü Ateizmin felsefe sömürüsüne taş koyduğu ve o yüzden ateist-d/teist fark etmeksizin Açıksözlü Ateizm dışındaki felsefecilerin el ele verip Açıksözlü Ateistlere neden saldırdığını izah edeceğim. Bu ilk bölümde Öncül dergisinde Musa Yanık adlı yazarın "Türkiyedeki Açıksözlü ateist paradigmanın yanılgısı" adlı yazısındaki hataları göstereceğim. 2'inci bölümde, bahsi geçen Öncül yazısından Berat Mutluhan Seferoğlu'nun "Ateistler neden felsefe ve teoloji ile ilgilenmeli" yazısındaki dayatmaları izah edeceğim. Öncül dergisinin "Türkiyedeki Açıksözlü Ateist Paradigmanın Yanılgısı" adlı yazısı ile başlayalım şimdi.



"Açıksözlü Ateistler BÜTÜN kötülüklerin sebebi dindir der" iddiası


        Öncül yazarı Musa Yanık yazısının kapak resmi olarak Açıksözlü Ateizmin 4 atlısının fotografını kullanır ve yazısına şöyle giriş yapmakta (vurgulamalar bana ait):

dinin adeta dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi olduğunu, tıpkı arsenik gibi insanları zehirlediğini, bundan da öte din denilen şeyin bir yanılsamadan ibaret olduğunu savunan insanlar, bu fikirlerini hala savunmaya devam ediyor olabilirler. Çağdaş felsefeci Alvin Plantinga’nın da belirttiği gibi onlar için “diş çürümelerine bağlı baş ağrıları hariç, bütün musibetlerin sebebi dindir.” 

Burada çok ince psikolojik oyun oynamaktalar. İlk olarak değinmemiz gereken budur. Açıksözlü Ateistler "bütün kötülüklerin sebebi" diyormuş gibi lanse ederler çünkü o zaman önyargı oluşur dinleyicide: "Bütün" diye lanse edildiği zaman dinleyici Açıksözlü Ateistleri direkt haksız olarak algılar, finansal çıkar amaçlı yapılmış banka soygununun din sebepli olmadığını düşünür örneğin ve Açıksözlü Ateistleri doğrudan yanılgıda ve kasten yalan söyleyen diye düşünürler "bütün" diye lanse edilirse. Gerçek şu ki, Açıksözlü Ateistlerde kimse de öyle bir iddia da bulunmamakta.


"Dinin BÜTÜN kötülüklerin sebebi olduğunu" mu iddia ediyor Açıksözlü ateistler? Örnek verebilir misiniz? Alıntı yaparak referans verseydiler daha iyi olurdu, fakat bu iddianın yanlışlığına dair ben alıntı ve referanslar vereyim. Bu 4'lüden muhtemelen en meşhuru olan Richard Dawkins ile başlayalım: 2006 yayınlı, Dawkins’ın kendisinin seslendirdiği ve medyada “Tanrı yanılgısı” kitabının görselleştirilmesi olarak lanse edilen belgeselin daha 2’inci cümlesinde Dawkins İran, Irak savaşları gibi savaşları örnek göstererek “elbette politika [da] etkilidir [savaşların ortaya çıkmasında]” diyor. Burada açıkça görüldüğü gibi, Dawkins her sorun için dinleri suçlamamakta. Not edelim bu belgesele verilen "Tüm kötülüklerin kökeni" başlığını Dawkins'ın kendisi vermedi ve açıkça bu ismin yanıltıcı (misleading) olduğunu söyledi.


Sam Harris ile devam edelim: 2004 New York şehri Norton matbası basımlı “The end of faith” adlı kitabının 12.sayfasında Harris şöyle der:

 

Tarihe veya gazete sayfalarına atılan bakış, insanları daha sonra katliamda birleştiren ayrımcı ideolojilerin genellikle din kökenli idüğünü gösterir.

Sam Harris de BÜTÜN kötülüklerin sebebi olmakla ayıplamaz dinleri. GENELLİKLE der, her zaman demez.

Veya Stenger, 2009 yılında kaleme aldığı “The New Atheism taking stand for science and reason” adlı kitabında şöyle der:

 

"Din’e karşı en iyi pozisyon, dinlerin, dünyanın gördüğü en korkunç kötülüklerin büyük kaynağı olmasıdır."

 

Harris gibi, Stenger de yıkımlar’ın menşesi olmakla suçlar dinleri ve BÜYÜK (MAJOR) kaynak idüğünü öne sürer, "bütün" kötülüklerin kaynağıdır demez.

Alıntıdaki Çağdaş "felsefeci" Alvin Plantinga'dan yapılan alıntıya dikkat edin. Benzer şekil de Plantinga da Açıksözlü Ateistlere dair asılsız iddiada bulunur, niye mi? Siyaset Bilimci Steven Kettel, "Yeni Ateizmde "Yeni" Olan Nedir?" adlı yazısında bu soruya çok güzel açıklık getirir (vurgular bana ait):

Yeni ateizmi analiz etmeye çalışmakla ilgili bir başka sorun da terimin kökeni. Terimi ilk olarak tanımlayan gazeteci Wolf (2006), Wired dergisinin (“İnanmayanlar Kilisesi” başlıklı) bir makalesinde, Richard Dawkins gibi ateist yazarların dine karşı tutumunu dogmatik, hoşgörüsüz ve gereksiz yere agresif olarak tasvir etti. Bu nedenle, “yeni ateizm” etiketinin inşası ve daha sonra popülerleştirilmesi, yeni bir dinsiz düşünce biçimini sınıflandırmak için ilgisiz bir girişimden kaynaklanmadı, ancak önde gelen ateizm savunucuların görüşlerini itibarsızlaştırmak ve meşrulaştırmak için politik olarak motive edilmiş bir kampanyanın parçasıydı. Buradaki temel strateji, belirli bir ateist grubunu “yeni” olarak tanımlamaktı, böylece sunacakları gerçekten yeni bir şey olmadığı için suçlanabilirlerdi.

Kettel'ın dediği gibi, Açıksözlü Ateistlere dair bu tür asılsız iddiaları ortaya atmalarının sebebi, dinleyicinin "bariz hatalı" olarak göreceği ifadeleri Yeni Ateist denilen gruba atfederek dinleyicide Yeni Ateistlere dair önyargı oluşturmak ve onları itibarsızlaştırmaktır. zira, Yeni Ateistlerin politik ve pragmatik yapıcılığı onların en büyük gücüdür, çok çabuk sonuç alırlar (Bu 2 yazıdaki Yeni Ateizm eleştirmenlerinden Berat M. Seferoğlu da bunu Ateizm derneği kanalındaki söyleşisinde kabul eder) ve eğer Yeni Ateistler itibar görürse dindarlar ve felsefe sömürüsü ile geçinenler için büyük tehlikedir bu - beleş para getiren sömürü sistemleri çöker.

 

 

Öncül yazarı Yanık, yazısına, dini hem ahlakdışı hem mantıkdışı gördüğümüzü söyleyerek devam eder ve kendi adıma buna tamamen katılıyorum: evet, dinleri öyle görürüm. Burada eleştirilecek bir şey yok - dinler tamamiyle öyledir. Dinler hakkındaki çok büyük miktarlarda olan çalışmalardan söz ediyor Öncül, din hakkında çalışma çok çünkü o işten iyi para kazanırsın. Dahası, Ateizmi öyle gören milyarlarca insan bulursunuz, Sözler Köşkü gibi Nurcu kanalların yorumlarına bakmanız yeterli. Onlar ateizmi böyle görmesi sorun teşkil etmiyor ama Yeni Ateistler dini öyle görünce felsefi sorun peydah olmakta? Öncül'ün Çifte standartı güneş kadar apaçık ortada! Öncüldergisi, Bu yazıma kadar sözünü ettiğim teist kitleyi kınayan tek bir yazı yayınlamış mıdır? Bulursanız yoruma bırakın. 

 

 

Ateistler din, felsefe, teoloji ve tarih hakkında daha az mı bilgili? 


Bu kısımda, Öncül'ün yazısında ateistlerin din konusunda bilgisiz (veya gereken araştırmayı yapmamış) idüğüne dair iddialarına değineceğiz. Bu kısım da 2 aşamada konuşmamız gerekecek çünkü Öncül'ün yazısında hem Batıdan hem Türkiye'den söz edilmekte.

 

BATI:

Yazı'nın devamında (ve 2-3 ayrı yerinde) Öncül yazarı Yanık, ateistlerin bilgisizliğinden bahseder ve buna kaynak olarak gösterdiği ilk kaynak, Keith Ward adlı İLAHİYATÇI PAPAZ'ın "Din için temellendirme" adlı kitabı. "Dindarlar irrasyoneldir, yobazdır, cahildir" deyip Yeni Ateistlerin kitabını kaynak göstersem Öncül bunu kabul eder miydi? O halde Yeni Ateistler üzerine bir iddia için neden bir PAPAZ'ın din propogandası kitabını baz almaktayız? Saha Araştırmasına dayanan bir bulguyu ele almak gerekmez mi? "Felsefe" dergisinde seviye bu kadar düşük olmamalı, eğer ki "felsefe" dergisi denilen oluşumu kayfe muhabbetinden farklı görüyorsanız. O halde soru şudur: Ne tür bir araştırmayı baz alabiliriz kimlerin daha bilgili idüğüne dair? Cevap basit: Pew Research gibi her iki tarafın da tarafsız görebileceği, amaçları ne ateizmi ne teizmi yaymak olan araştırmaları baz alabiliriz.

Peki, böyle bir araştırması var mı Pew Research'ın? Evet, VAR! Pew Research'ın 2010 yayınlı ABD Dini Bilgi Araştırması buna bir örnektir. 32 sorudan oluşan ankette, en yüksek doğru cevap ortalaması 20.9 doğru cevap ile Ateistler ve Agnostikler grubunda. Devamında 20.5 ve 20.3 doğru cevap ile Museviler ve Mormonlar gelmekte.

 

 

Pew Research'ın Hristiyanlık ve Kutsal Kitap, Dünya Dinleri, ve Kamu Hayatında Dinler adlı 3 ayrı başlık ile yaptığı anketlerde de oldukça iyi noktalara denk gelmekteyiz. Hristiyanlık konusunda en iyi skora sahip Mormonlar 12 soruda 7.9 ortalama yaparken Ateistler&Agnostikler 6.7 ortalama yapmaktalar. Dünya Dinleri üzerine olan ankette 12 soruda 7.9 yapan Museviler en iyi ortalamaya sahipken ateistler 7.5 ile ikinci sıradalar. Dinin Sosyal Hayattaki yeri konusunda da Ateist&Agnostik grup ile Museviler en önde, Ateistler 2.8 iken Museviler 2.7.

 

Araştırmanın detaylarına bakmaya devam ederseniz, kendi dinleriyle ilgili ne kadar basit şeyleri bile bilmeyen dindar oranlarının ne kadar yüksek idüğünü görürsünüz. Örneğin, Protestanların %53'ü, Protestan Reformunun kökeninin Martin Lüter yazıları idüğünü bilmemekte. Katoliklerin %45'i, servis edilen şarap ve ekmeğin aslında ne anlama geldiğini bilmemekte. Youtube'ta Hollandada yapılmış Saha araştırması diyebileceğimiz bir video mevcut, Hristiyan idüğünü söyleyen Hollandalılara Kuran Ayeti diye İncil ayetleri okunmakta ve dinleyiciler bunu fark etmemekte, daha sonra, okunan ayetin aslında Kuran değil İncil ayeti idüğünü öğrendiklerinde neredeyse hayatının şokunu yaşamaktalar! Görüldüğü gibi, Batı'yı baz alarak konuşacaksak, o halde, din konusunda araştırma veya bilgi eksiği olan bir grup varsa, o grup ateistler değil, dindarlar diyebiliriz ancak. Şimdi iddia'nın Türkiye ayağına gelelim:

 

TÜRKİYE:

Öncül yazısında Yanık, SEKAM'ın Türkiye Gençlik Raporu araştırmasına bakarak ateistlerin birçoğunun çelişkili cevaplar verdiğini aktarmakta. Örneğin, 


O halde bu araştırmaya göre, ateist gençlerin Allah’a inanma oranları toplamda %78, 6’dır.


Dolayısıyla, ülkedeki ateist oranının çok düşük idüğünü söylemekte Öncül yazarı Yanık. Şimdi ise ben Türkiye'ye dair benzer araştırmayı göstereyim. MAK Danışmanlık Araştırma Şirketinin 2017 yılında 53 İl ve 154 İlçede 5400 genç üzerine yaptığı araştırma var. Yayın'ın adı, "Türkiyede Toplumun Din'e ve Dini Değerlere Bakışı". "Allah'In varlığına ve bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?" soruna katılımcıların %4'ü "hayır, Allah'a inanmıyorum" diye cevap verdi.

Ekran görüntüsü.Kaynak: Mak Danışmanlık'ın "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı" adlı çalışması.

 

Katılımcıların %86'sının teist idüğünü söylemek yanlış olmasa gerek, zira, %86'sı Allahın bizi yarattığına ve yaşatmaya devam ettiğine inandığını söylemekte. Fakat, sıradaki soru biraz düşündürücü, çünkü, katılımcıların %75'i meleklere inandığını söylemekte. Katılımcıların sadece %25'i Kuranı Kerim'i düzenli aralıklarla okuduğunu söylemekte. Resmi sayılara göre %98'inin, çeşitli araştırmalara göre %73 - %85'inin müslüman olduğu ülkede 5400 katılımcıdan sadece %25'i düzenli aralıklarla Kuran okumakta ve %33'ü Kuran'ı nadiren okuduğunu söylemekte.

Ekran görüntüsü.Kaynak: Mak Danışmanlık'ın "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı" adlı çalışması.

 

2018 tarihli, Sputnik'in Diyanet İşleri Başkanından aktardığı habere göre, Türkiye'dekilerin Kuran okuma oranı %41 ve %59'u Kuran okumasını bilmiyor. MAK'ın aynı araştırmasına göre, katılımcıların %32'si Kuran'ı Arapça okuyabilmekte. Ve aynı araştırmada katılımcıların %60'ı Kuran'ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okumadığını söylemekte.

Ekran görüntüsü.Kaynak: Mak Danışmanlık'ın "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı" adlı çalışması.

Batı'dan bahsederken, Protestanların %53'ünün Martin Lüter'in etkisini bilmediğinden bahsettik, Türkiye'de durum daha da vahim:

5400 katılımcı'dan %63'ü Muhammed'i her anlamda örnek alınacak rol model olarak görür...

Ekran görüntüsü.Kaynak: Mak Danışmanlık'ın "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı" adlı çalışması.


5400 katılımcı'dan %83'ü Muhammed'i hörnek alınacak rol model olarak görürken aynı kişilerin %65'i Muhammedin hayatını hiç okumadığını söylemekte.

Ekran görüntüsü. Kaynak: Mak Danışmanlık'ın "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı" adlı çalışması.

 

Katılımcıların %65'i İslam peygamberi Muhammed'in hayatını hiç okumadığını söylemekte ama katılımcıların %63'ü İslam peygamberi Muhammedi "her anlamda örnek alınacak rol model" olarak gördüğünü ve %20’si bazı alanlarda örnek alınacak rol model olarak belirtmekte! Muhammed’in hayatını okumuş %23’ü o %83 içinde saysak bile geriye Muhammedin hayatını okumadan onu örnek alan %60’lık kitle var. Tahminlere göre en az %73’ü müslüman olan ülkenin %60’ı Kuranı ne Türkçe ne Arapça okumuş. Ve Öncül "Analitik" "Felsefe" dergisi bize "ateistler din konusunda gerekli araştırmayı yapmamış" demekte! Tabii, bir çıkış yolu var Öncül için: Kuranı ne Türkçe ne Arapça okumuş olan o %60, Kuranı İngilizce okumuş diyelim.

 

Çalışmayı incelemeye devam ederseniz, gusül abdesti alma oranı (%85), namaz kılma oranı (%72), Kuran'ı Kerimin ve diğer kitapların vahiy idüğüne inanma oranı (%76) ve oruç tutma (%70) gibi oranlara bakarak, katılımcıların en az %75'inin ve daha orta miktar olarak %80 civarının Müslüman idüğünü saptamak mümkün ama gel gör ki, bunların %60'ı kuranı hiç okumamış, sadece %23’ü Muhammedin hayatını okumuş ama %63'ü onu her anlamda örnek rol model olarak görmekte.

 

Mardinde yapılmış bir Youtube çekiminde, katılımcılara İncil ayeti diye Kuran ayetleri okunmakta ve sadece birisi aslında bu ayetlerin Kuran ayeti idüğünü farketmekte, diğerleri ayetlerle dalga geçmekte ve kendisinin müslüman idüğünü söylemekte. Bütün bunlardan sonra kendinize sorun, Öncül Analitik felsefe dergisi dindarların veya teistlerin din konusundaki cehaletini kınayarak tek bir yazı yayınlamış mıdır? Berat Mutluhan Seferoğluna (derginin kurucusu, yazarı ve burada yazılarına reddiye yaptığım kişiye) "bunları karşılıklı konuşalım" dediğimde 3 aydır geçiştirmekte fakat gel gör ki Öncül'ün yazarı Musa Yanık aynı yazısında şöyle demekte:

 

Ülkemizde bu fikre sahip akademisyenlerin ve fikir insanlarının, kendi görüşleri dışındaki fikirlerin anlaşılmasını ve dikkatli bir şekilde incelenmesini entelektüel bir etik ve sorumluluk dahilinde ortaya koymaları gerekmez mi? Onlardan bunu beklemek hakkımız değil mi?

 

Ben de buradan Öncül'e sorayım: Yeni Ateistlere atıp tutuyorsunuz, siz de bunu Yeni Ateistlerin karşısında ortaya koymanız gerekmez mi? Bunu beklemek hakkımız değil mi? Öncül Felsefe Dergisine bu yazıyı yollarsam yayınlarlar mı?

Açıkça görülmekte ki, Öncül dergisi ateistlere ve daha da spesifik olmak gerekirse, Yeni Ateistlere saldırarak tribünlere oynamakta, dindarların kulağına hoş gelecek türküler söyleyerek felsefe sömürüsü yapmakta.

Öncül yazarı Yanık, yazısında "Bu insanlar ufak bir araştırma zahmetinde bulunsaydı" diyor, acaba kendisi araştırma zahmetinde bulundu mu?



 

"Din = [kör] iman" ihtilafları üzerine


Öncül'ün yazıdaki bir diğer konu da, Yeni Ateist'leri "din" kavramı üzerine [keyfi] tanım oluşturmakla suçlamak ve literatürü görmezden gelmekle suçlamak. Örneğin, Öncül yazarı Yanık şöyle demekte yazısında:


Bu tarz insanların en bilindik özelliği, öncelikle kendi kafalarından uydurdukları bir din tanımıyla yola çıkmalarıdır. En doğru tanım, onlar için neyse O’dur. Tanım üzerinde tartışma varsa dahi bunların bahsini açmaya gerek duymazlar. 


Dinleri kör iman gibi tanımlayan teologlar da var, niye onları ayıplamıyor ama sadece Yeni Ateistleri ayıplıyor Öncül? Örneğin, teolog Ingolf Dalferth, “Teoloji ve felsefe” adlı çalışmasında şöyle der:


Bilimsel inançlar, eğer provizyonel olarak ve mevcut delile oranlı olarak edinilmekteyse, rasyoneldir. Dini inançlar, tersine, provizyonel değildir ama koşulsuzdur. İmanlılar - Wittgenstein’ın vurguladığı gibi (1970, pp. 55ff), - bilimsel inançların aksine, inançlarını delile oranlı olarak tutmazlar. Onların [imanlıların] inançları, ne olasıdır ne de bilimsel anlamda iyi temellendirilmiştir; ve apolojistlerin (din savunurlarının) o inançları bilimsel olarak saygı duyulabilir lanse etme girişimleri yanlış anlamaya dayalıdır. Onların şüphelenilemezliği de bu durumda yeterli olamayacaktığı için. Napoleon için bir o kadar delil var ise bile. Çünkü, şüphelenilemezlik, tüm hayatımı değiştirme kararı almama yeterli olmazdı (s. 57). Wittgenstein buradan dini inançların ne akla uygun olduğu ne de akla uygun olmadığı çıkarımına varmakta; onlar (dini inançlar), akla uygunluğun uygulanabileceği türdne inançlar değildir.

Yeni ateistlere saydırıp duran Öncül'ün bu konuda aynı şekilde Dalferth ve Witgenstein'ı suçlamasını beklerim. Buyrun, "Dalferth ve Wittgenstein din hakkında keyfi tanım uyduruyor ve literatürden habersizler, takmıyorlar bu konudaki tartışmaları" diye yazın.

Bu “dine akli çıkarım ile inanıyoruz” gibi atmosfer, son 100 veya 150 yılda icat edildi İslam dünyasında da Hristiyan dünyasında da. Bu kısımda onu anlatacağım şimdi. Ondan önce akılcılar yokmuydu? Vardı ama bizzat dindarların kendileri onları sopayla döverlerdi.

Kurandaki "sakın kuşku duyma" gibi ayetleri buraya yazma gereği bile görmem.


 

Not edelim, sözünü ettiği kişiler genelde Hristiyanlık üzerine konuşmaktaydılar çoğu zaman ve 1'incisi, Hristiyan kutsal metinlerine bakıldığı zaman din = kör iman tanımını inşa etmek daha olasıdır delile dayalı imanı inşa etmekten. 2'incisi, kör imanı promote eden birçok Hristiyan düşünür var tarihte ve günümüzde, şimdi Öncül dergisi veya Musa Yanık o Hristiyan düşünürleri kınayan tek bir yazı yazmış mıdır şimdiye kadar? Onları "keyfi tanım oluşturmak ve sadece onu doğru saymak" gibi bir yobazlık ile suçlamış mıdır? Yani, teist “düşünürler”'n din = kör iman demesine göz yumarlar fakat ateistler deyince sorun oluyor? Örneğin, En büyük 2’inci Hristiyanlık mezhebi olan Protestanlığın temelini atan Martin Lüterbiliyoruz ki akıl, şeytanın fahişesidir. Hiç bir işe yaramaz Tanrının sözüne ve amellerine iftira atmaktan başka” der. Tebliğci Katolisizm hareketinin temelini atan, Francis Xavier ile birlikte Orta Çağın en önde gelen ve mucizevi Aziz’i olarak kutsanan Loyola’lı Ignatiustanrı için aklımızdan feragat ettik” diyor. 

Hristiyan kutsal metinlerine gelirsek, İsa'nın ölümünden ve dirildiğinden bahseden İncil ayetlerinde İsa'nın havarisi Thomas, İsa'yı gözle görmedikçe inanmayacağını söyler. İsa ona görünür ve "sen görerek iman ettin, oysa kutsananlar görmeden iman edenlerdir" der. İsa'nın havarisi Thomas delil ile iman etmek istediğinde delilsiz imanı tavsiye etmekte Hristiyanlığın tanrısı. Hristiyan teolojisine bakarsanız bu ayetin kör iman anlamına gelmediği şeklinde yorumlar da var, kör iman şeklinde yorumlar da var ama şu bir gerçek ki delile dayalı çıkarım peşinde olan havari Thoması kınadılar ve Hristiyanlığın "tanrı sözünün vücut bulmuş hali" olarak gördüğü İsa ona "delilsiz inananlar kutsanmıştır" dedi. 27 parçadan oluşan Hristiyan Yeni Ahit kitabının 13 parçasının atfedildiği Resul Pavlus, "tanrı kendisini her insanın kalbine vahiy etmiştir" der. Pavlus için de bu dini inanç veya tanrı inancı dedikleri şey her insanda olan bir şeydir.

 

Günümüzün belki de en meşhur teist-Hristian "düşünür"ü William Lane Craig bir diğer örneğimiz. "Akla dayalı iman" anlamına gelen Reasonable Faith adlı oluşumun kurucusu ve imanı akli gerekçeyle temellendirme girişimleri ile tanınan William Lane Craig, Delil ve Kutsal Ruh arasında keşmekeşlik doğarsa Kutsal Ruh tercih edilmelidir ve akla dayalı delil reddedilmelidir diyor. Aynı Craig, "Hristiyanlığı diğer inançlar gibi kritik düşünme ile inceleyen her Hristiyan muhtemelen ateist olur" diyor.

 

 

Son yüzyılların en etkili, ama pek de bilinmeyen, Hristiyan filozoflarından ve teologlarından olan Paul Tillich'in de kör iman yanlısı idüğünü düşünen düşünür az değil, çalışmalarında lafzi ifadede bulunmaz kendisi. Ama tanrı varlığına dair argümanları reddeden, "tanrı var değildir, varlığın kendisi tanrıdır" diyen Paul Tillich'ten söz etmekteyiz. O kadar ki, Paul Tillich ve David Henry Thorough gibi Hristiyan filozofların ateist idüğü bile öne sürülür kimi düşünürler tarafından çünkü onlar teist felsefeyi reddederler ve en azından yüzeysel bakışta kör iman yanlısıdırlar, dini kör iman olarak öne çıkararılar.

 

Dünya'nın en büyük dini kurumu olan Katolik Kilise'sinde yüzlerce Aziz ve Azize vardır, bunların yürüyen mucizeler idüğüne inanırlar, onlara hastaları iyileştirmek gibi mucizeler atfederler fakat kilise cemiyeti bu Azizler hayatta iken asla teyit edilebilir ortamda onlardan mucize talebinde bulunamaz, ancak aktarıma dayalı raporlar vardır onların mucizelerine dair.Mother Theresa da bir Azize'dir ve onun yaptığı sağlık icraatleri gibi icraatler media ile servis edilirdi fakat mucize gösterimi yok, talep de edilemez. Katolik kilisesi için onlara inanmak farzdır ve bu kör iman değil de nedir?

Bir önceki alt-bölümde 5400 denekten %65'inin Muhammedin hayatını okumadığını ama onu her anlamda örnek rol model olarak gördüğünden bahsettik.

 

Craig ve Plantinga'yı "kör iman yanlısı" lanse etmiyorum burada - onlar, dinlerin kör iman idüğü tespitinde bulunmaktalar dolaylı yoldan da olsa ve akli delil gerekmediğini o yüzden öne sürerler.

 

Şimdi size soruyorum, kendi kafasına göre tanım uyduranlar kimler? Hristiyanlığın kutsal metinlerine bakılınca "din = kör iman" pozisyonunu inşa etmek daha mümkün iken "din = akla dayalı çıkarım" pozisyonunu yaymaya çalışan bu dindar düşünürler mi keyfi tanım üretmekte veya Yeni Ateistler mi?

 

Yazının devamında daha da gülünç bir durumla karşılaşmaktayız. Öncül yazarı Yanık şöyle der:

 

Ardından literatürün büyük bir bölümünü görmezden gelip, kendi fikirleriyle tutarlı örnekleri ön plana çıkararak, önyargı, nefret, küçümseme, safsata ve saçmalıklarla dolu sözde araştırmalarını, hiçbir argüman ya da kanıt gösterme gereği duymadan ifade ederler.

 

En başta şunu söyleyeyim: Musa Yanık’ın burada dedikleri yanlış ve asılsız. Örneğin, Christopher Hitchens’ın “Dinin metafiziksel iddiaları yanlıştır” adlı makalesi “kör iman karşısında olan Thomas Aquinas ve Maimonides’in etkileyici iman ile bir daha karşılaşmayız” diye söze giriş yapar. Anlayacağınız, aslında Öncül yazarı Yanık’ın kendisi eleştirdiği literatürden habersiz: bakın, Chris Hitçens bizzat diyor “kör iman karşıtı Aquinas ve Maimonides” diye. Stenger ve Jerry Coyne da bahseder bunlardan. Yanık ya habersiz bu literatürden, o halde kendi eleştirdiği kişiye kendisi dönüşür, veya haberli ama dezenformasyon yayıyor. Ha, “din = kör iman” diye tutturan dürüst ateistler yok mu? Var. Dawkins, ben ve birçok insan ki bu konuda haklıyız da çünkü alınıdaki dayatmaya ve manipülasyona bakın. Dinin kaynağı olan "kutsal metinleri görmezden geliyor" demiyor, diyemiyor. Literatüre bakın diyor .Çünkü kendisi kutsal metinleri görmezden gelir . Din için niye dinin kaynağı olan metine değil de literatür dediği ilahiyatçılara bakmalıyız? Cevabı tahmin etmek kolay: Çünkü dini metinler değil, literatür dediği kendilerinin uydurmaları veya yorumlamaları ve dayatmaları Musa Yanık'ın işine gelmekte.

 

Nefret ve küçümsemeden bahsetmeleri ayrıca komik, zira, dini metinlerin inanmayanlara ettiği hakaretleri alıntılama gereği bile görmüyorum burada, bütün bunlar varken Açıksözlü Ateistler mi suçlu oldu "nefret ve küçümseme" için?

 

Alıntının son cümlesi daha da komik. "Çağdaş felsefeci" dediği Alvin Plantinga, "teistik inançlar için temellendirme gerekmez" dediği Reformist Epistemoloji ile de ünlüdür. Teistler bu tür nefret, küçümseme, safsata ve saçmalıklardan ibaret olan dayatmalar yığını olan dinlere inanmak için argüman veya kanıta ihtiyaç duymaz, bunu söyleyen Plantinga ve Craig'a laf etmez ama ateizm için aynısı yapılsa Öncül dergisi ateistleri kınar ve "ateistler neden felsefe ve teoloji ile ilgilenmeli" diye yazı yazar - bekliyoruz, Muhammedin hayatını okumadan Muhammedi örnek alanları kınayarak yazın yazın. Bekliyoruz, "teistler neden felsefe ve teoloji ile ilgilenmelidir" diye yazı yazın. Öyle yazamazlar çünkü geliri teistleri tatmin etmeye dayalı, o yüzden kayfe muhabbetinden de düşük seviye dialoglarla ateistlere saldırırlar. Yeni Ateizme yönelik eleştirilerden, kayfe muhabbeti çok daha üstün seviye entellektüelliktir.

 

Ama komedi orada da bitmez, Öncül yazarı Yanık yazısının devamında şöyle der:


Açıkçası İbn Sina’nın ve İbn Rüşd’ün, son derece felsefi titizlikle şekillendirdikleri Tanrı hakkındaki görüşleri, insanları sorgulamadan dine inandırmak şeklinde bir faaliyet de değildir.


İbn Rüştü örnek vermesi komik olmuş, zira İbn Rüşt, felsefi yaklaşımı için Müslümanlar tarafından tekfir edilmiş, sürgün edilmiş, dövülmüş, eziyet edilmiş, materyalist deklare edilmiş birisidir. Yani, eğer birilerine İbn Rüştü tanıtmak gerekiyorsa bu  Müslümanlardır, ateistler değil. Ve görüldüğü gibi, felsefe düşmanı olan da müslümanlardır, ateistler değil.

 

Yazı'nın devamında, Öncül yazarı Yanık'ın ilahiyat (teoloji), din felsefesi ve felsefe üçünü karıştırdığını görmekteyim (ki teistlerin genel sorunudur bu):


İlahiyat, diğer şeylerin yanı sıra (epistemoloji, zihin felsefesi tartışmaları, metafiziksel tartışmalar vb.), Tanrı’nın varlığı lehinde ve aleyhinde argümanları dikkate alan akademik bir disiplindir.


Teoloji veya ilahiyat, bir dinin ne anlama geldiği ve gelmediği üzerine, o dini doğru kabul ederek yapılan bir çalışmadır. Teoloji zaten tanrının var idüğünü farz eder, belirli bir dinin o tanrının mesajı idüğünü farz eder ve dinin nasıl anlaşılması gerektiğini o ön-kabuller doğrultusunda yorumlar.

Din felsefesi, dinin hususlarını felsefi olarak değerlendirmektir. Örneğin, "tanrı zorunlu varlıktır" hususu teolojik bir husustur, felsefi değil - felsefede bu ihtilaf edilebilmesi mümkün bir husustur ama [en azından belirli] dinlerde bu ihtilaf edilemez.

Özellikle Türkiye teistlerinin akıl erdiremediği ve teistleri tatmin peşinde olan Öncül dergisi gibi sözde-felsefe dergilerinin haykırmadığı cehalet de budur: Ateist - teist tartışmalarında teistler sürekli teolojik hususlarla gelir ve o teolojik hususlar olgu imiş gibi dayatma ile hareket eder. "Tanrının nedeni olamaz", "tanrı zamandan münezzehtir" gibi iddialar buna bir örnek teşkil eder. Bu hususlar, teolojik tartışmalarda biat edilmeli geçerli hususlardır, ateistlere karşı değil. "İslam dini nasıl anlaşılmalıdır" başlığında geçerli olabilir en fazla.


 

Tanrıya bilimsel delil istemek felsefi hata mıdır?

 

Devam ediyoruz:


Ancak onların iddia ettiği şekliyle, “Tanrı’nın varlığı bilimsel bir hipotez” olarak da ele alınabilir. Böylelikle bu hipotez ilk bakışta yanlışlanır ve akademinin dışına itilir. Ancak hiçbir inanan, Tanrı’yı ​​böyle bir hipotez olarak görmez.


Burada da dayatma var, "inançlılar öyle görmemekte, o halde öyle görmek yanlıştır". Ateistlere "felsefe yapmayın, teoloji yapın" demektir bu. İnançlılar tanrıyı zorunlu varlık olarak görüyor diye biz de tanrıyı zorunlu varlık görmek zorunda olmadığımız gibi, inançlılar "tanrıyı bilim dışı görüyorlar" diye bizden de öyle görmelerini niye bekleyesiniz? Tanrıyı teolojik tanımıyla bile bilimsel hipotez olarak görmek mümkün ve görülmeli de - Victor Stenger'ın makalesi de var bu konuda, Tanrının test edilebilir bir hipotez idüğüne dair makalesini Türkçe okumak isterseniz: https://teistecevap.blogspot.com/2022/08/tanr-meselesi-tanr-test-edilebilir-bir.html

Ama Öncül yazarı Yanık, böyle demesine "felsefi" temellendirme sunmaya girişir:


Çünkü Tanrı alenen test edilemez, O basit bir fiziksel durum değildir ve matematiksel denklemler açısından çerçevelenebilen deneysel olarak test edilebilir kişisel olmayan yasalara göre de hareket edemez. 


Ama burada yaptığı da teolojik dayatmadır (diktadır). "Tanrı alenen test edilemez" diyor, ama neye göre diyor? Neden böyle kabul etmeliyiz? Cevap yok. Buna dair felsefi temellendirme sunma girişiminde dahi bulunmuyor. Felsefe ve teoloj' farkını bilmemek Türkiye teistleri başta olmak üzere teistlerin genel sorunu demiştik, Öncül yazarı Yanık da (teist ise eğer) bu duruma örnek teşkil etmekte. Teolojik bir husus alıp iki tarafın da kabul ettiği zeminmiş gibi hareket etmekte - Yeni Ateistleri "delilisiz argümansız saçma sapan konuşmak" ile itham eden Yanık, kendisi aynı şeyi yapmakta. Burada okuyucunun aklına "bilim felsefesi tanrı bilimin konusu değildir diyor" husus gelebilir - bilim felsefesinde öyle denilmesinin sebebi, dindarların teolojik tanım ile hareket etmesinden ötürüdür. Ama niye o tanımı kabul edelim ona dair cevap yok.


Yani Tanrı, tıpkı tarih ve ahlak gibi, bilimlerin tam anlamıyla natüralist metodolojisinin dışında kalır.


Bilimin "natüralist" metodolojisi diye bir şey yok, bilimin empirist metodolojisi denilebilir en fazla. "Felsefe" ünvanı taşıyan dergi için çok fazla ayıp bunlar. Bu arada, örnek verdiği tarih disiplini de "metodolojik natüralizm" adı verilen y,ntemle çalışır (bilimle aynı yöntem değil, yöntemleri onları bilimin parçası da yapmaz, bilgi amaçlı aktarmaktayım).


Yazının devamında daha fazla hatalar ve bilgi kirlilikleri görmekteyiz:

Aslında onlar bir bakıma metafizik olarak gördükleri (elbette metafiziği dahi yanlış anladıkları açıktır) teolojiyi reddederken, bunun yerine tüm insan deneyimini (örneğin sanat, müzik ve din dahil) mutasyon ve doğal seçilimin anahtar mekanizmaları açısından yorumlamaya çalışırken, bir tür metafizikte yaparlar.


İlk bilgi kirliliği: Yeni Ateistler bir şeyi "bilimsel değil" veya "metafizik" diye reddetmezler - buna dair Victor Stenger'ın challenge'ı da bulunmakta: "New Atheism taking stand for science and reason" adlı kitabında Victor Stenger şöyle der (vurgular bana ait):


Teistik eleştirmenler, Yeni ateizmi, bilimi evren ve insanlık hakkında öğrenmenin yegane yolu olarak gören ilke olan bilimcilik ile ayıplarlar. Öyle demeçte bulunan tek bir yeni ateistten alıntı yapamazlar. Sanat, müzik, edebiyat, şiir ve ahlak felsefesi gibi diğer düşünce sahalarının değerini biliriz ve onlar ile meşgul oluruz.


Zaten yazının devamında Yeni Ateistlerin bilimselci olmadığüı Yanık'ın kendisi dinin kökeni hakkında Animizm'i gören ekolden bahseder ve "bu, onların iddia ettiği gibi bilimsel mi?" diye sorar. Onları, dolaylı yoldan, "her şey bilimsel olmalıdır" diyen ve "bilimsel tespit olmayan Animistik köken"i kabul etmek ile çelişkideymiş gibi lanse eder. Oysa bakın, bilimsel olmayanı da kabul ediyorlarmış. Veya yazınının devamında şöyle der Yanık:


Dennett’in “Binlerce yıl önce bir mağara adamı olsaydım, oldukça aptal ve cahil olurdum. Muhtemelen ağaçlarda gök gürültüsü ve şimşek çakan tanrıların ve ruhların olduğunu düşünürdüm. Bu nedenle gerçekte olan buydu, çünkü onlar da benim kadar cahillerdi” şeklindeki yorumu da en nihayetinde bir yorumdur. Ama bilim değildir.


Bakın, bilimsel olmayanı da kabul ediyorlarmış. Sonra niye “bilimsel olmayanı kabul etmiyorlar” gibi algı yaratmaya çalışıyor Öncül? 


İkinci hata, Açıksözlü ateistler bir şeyi "bilimsel değil, metafizik” diye reddediyor olsaydı bile Öncül yazarı Yanık burada gene hatalı. Hatası, metafizik kelimesi üzerinde yaptığı cinaslı safsatadır. "anahtar mekanizmaları yorumlamaya çalışırken metafizik yaparlar" dediği kısımdaki metafizik kavramı ile, "teolojiyi metafizik diye reddederler" kısmındaki metafizik kelimeleri farklı anlamlar taşımakta. En azından aynı dergideki Berat Mutluhan Seferoğlunun 3 farklı metafizik tanımını okusaymış keşke. "Mekanizmaları yorumlarken yapıyorlar" dediği metafizik, oradaki ilk tanıma yani varlığın temel doğasını incelediğini iddia eden felsefe dalı olan metafiziğe tekabül ederken "teolojiyi metafizik diye reddederler" kısmındaki metafizik, 2'inci ve 3'üncü tanımlar yani “bilimsel olmayan, doğaüstü/doğaötesi” anlamındaki metafizik kapsamına girebilir en fazla.



Eğitim Seviyesi yükseldikçe Dinlerden Tedavi Olma iddiaları hakkında


Yazı'nın devamında Yanık'ın bir diğer iddiası şöyledir:


Böyle bir düşünceye göre insanlık için başlıca umut, eğitimin ilerlemesi ve doğal olarak el ele giden dinin yok oluşunda yatmaktadır. Maalesef bu teori için bugün dünyanın en gelişmiş ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri, başlı başına bir çürütendir. Elli yılı aşkın süredir nüfus sayımında din ile ilgili bir soru çıkmadı. Ancak New York Üniversitesi’ndeki Graduate School’dan sosyolog Barry Kosmin ve Seymour Lachman tarafından yürütülen “2001 Amerikan Dini Kimlik Araştırması” gibi bağımsız anketler, nüfus içindeki Hristiyanların oranını %76 olarak vermektedir. Hristiyan olmayan dinlere mensup olanların sayısı çok az da olsa önemsiz değildir ve nüfusun yalnızca % 13’ü kendilerini seküler veya dinsiz olarak tanımlamıştır. Modern dünyanın en laik ülkelerinden biri olan Britanya’da ise 2001 nüfus sayımında nüfusun %72’si kendilerini “Hristiyan” olarak tanımlamıştır.[6]


ABD bu iddiayı ispatlar, çürütmez! Fakat önce Öncül'ün hatalarını görelim.


Öncül yazarı Yanık'ın buradaki ilk hatası: İstatistiklere aldanmak - istatistikleri okuyamamak. 2'inci hatası, birey ve toplumu karıştırmak. 3'üncü hata, hem iddiayı anlamayıp yanlış örnek seçmek hem de o yanlış seçtiği örnekte bile aslında yanlış çıkarımlar yapmak. ABD eğitim sisteminin ne kadar geri kalmış idüğü konusunu ve %76 gibi oranın bile aslında eğitim-din ekseninde düşük rakam olup olmadığını daha sonra konuşalım.

Neredeyse her yıl en iyi eğitim sistemi seçilen Finlandiya'nın nüfus'unun %66'sı Hristiyan'dır görünürde ama bu bile istatistiklerin ne kadar manipülatif idüğünü görmek için iyi bir örnektir. İstatistikleri kontekstinde değerlendirmek lazım, "felsefe" dergisinin bunları bilmesi lazım.


ABD


ABD ile başlayalım ve nüfus dağılımına bakalım:

2010 tarihli Pew Research raporuna göre, Ateistler ve Agnostikler (beraber) ABD nüfus'unun %4'ünü oluşturmakta. Pew Research'ın 2021 tarihli raporuna göre, ABD nüfusu'nun %5i ateist. ABD Nüfus İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, 2011'de ABD nüfusunun%30,4'ü Lisans diplomasına sahip iken 2021'de bu sayı %37,9'a eşit. Pew Research'ün "The Religious Landscape" raporuna göre, ABD üniversite mezunlarının %14'ü tanrıya inanmamakta (yani ateistler). Ateistler toplam nüfus'un %5'ini oluştururken üniversite mezunları arasında hemen hemen 3 kata çıkmaktalar.

ABD üniversite mezunlarının tanrı inancı


Ama daha fazlası da var. Eğitim seviyesi yükseldikçe, Bireylerin dine bağımlılığı veya dinin bireyler'n hayatındaki din önemi de düşmekte. Pew Research'ün "ABD'de daha yüksek eğitim daha düşük dindarlığa mı eşit?" adlı çalışmasında da desteklenmekte Yeni Ateistlerin bu iddiası. Çalışma'nın giriş paragraflarında şöyle denilmekte örneğin:


daha yüksek eğitim seviyesi, tanrıya inanç, ibadet sıklığı ve dinin onlara önemi gibi ölçülerde dine bağlılıkta daha düşük seviyeler ile ilişkili.


Aynı çalışmada, lise veya daha alt seviye eğitimlilerin %4'ü kendisine ateist veya agnostik derken, üniversite mezunları arasında bu sayı %11'e eşit. Şimdi ise, eğitim seviyesi yükseldikçe dine bağlılığın düştüğü istatistiğe bakalım: 


"Din benim için oldukça önemli" diyenler lise-altı eğitimlilerde %66 iken yüksek lisanslılarda %46, lisanslılarda %47 oranında. Lisanslıların %28'i, yüksek lisanslıların %30'u "Din benim için pek önemli değil" derken bu gösterge lise-altı eğitimlilerde %11. Araştırma havuzunu sadece dine inananlarla sınırladığımızda bile görmekteyiz ki eğitim ilerledikçe dinden tedavi olunma sıklığı da artmış.


Olayı bir adım daha ileri götüreyim: ABD Ulusal Bilimler Akademisi (National Academy of Sciences) üyeleri üzerinde 1998 yılında yapılan anket üyelerin  sadece %7'sinin tanrıya inandığını, %72,2'sinin inanmadığını ve %20,8',n şüpheli veya agnostik idüğünü gösterdi.

Kaynak: nature.com



"Eğitim ilerledikçe dinden daha çabuk tedavi oluruz" iddiasını ABD'de incelediğimiz zaman, bu iddianın yanlış idüğünü söylemek çok zor veya imkansız. Eğitim seviyesine göre kıyaslandığı zaman, eğitim seviyesi yükseldikçe dinden tedavi olma oranının arttığını görmekteyiz.


Finlandiya


Finlandiya örneği, istatistikleri kontekstta değerlendirmenin önemini göstermekte.

İsterdik ki adında “felsefe” ünvanı taşıyan oluşum bu kadar sığ bir değerlendirme ile gelmesin. 


Finlandiya eğitim sistemi, neredeyse her sene zirvede olması sebebiyle dillere destan olmuş bir sistemdir ve Finlandiya Nüfus’unun %66’sı Hristiyandır kayıtlara göre. Peki, Dürüst Ateistler “eğitim yükseldikçe dinden daha çok tedavi olur insanlık” diyorsa ve eğitim sisteminin zirvesi olarak görünen Finlandiya’da nüfusun %66-sı hâlâ dinlerden tedavi olmamışsa, Finlandiyanın Dürüst Ateizmi desteklediğini nasıl iddia edebiliriz?


Cevap basit: İstatistiklerin kontekstine bakın. Finlandiya Nüfus Kayıt Merkezi’nin tarihçesine göre, 1999 senesine kadar Finlaniya Evanjelik Lüteryen Kilisesi ve Finlandiya Ortodoks kilisesi yürütüyordu nüfusun din istatistiklerini ve Finlandiya’da çocuk doğduğu anda aile hangi dinde ise çocuk da o dinin mensubu olarak nüfus kayıtlarına geçiyordu, Türkiye’de olduğu gibi. 1999 senesine kadar zorunlu olan bu uygulama sonucu, 2000 yılında ülke nüfus’unun %85’i Hristiyan olarak kayıtlara yansımış iken, Finlandiya İstatistiklerini derleyen siteye göre, 2021 yılında Finlandiya nüfus’unun %66’sı Hristiyan. 21 senede %19 “düşüş”? Muhtemelen düşüş bile değil, eskiden suni şişirmelere dayalı yalan istatistikler verilmekteydi.

Finlandiya nüfus'unun dinlere dağılımı.


Dahası, Statistics Finland’ın raporuna göre,2000 - 2017 arası verilerde, her 4 Finlandiyalıdan birisi her hangi bir dini cemaat üyesi değil - doğuşta zorunlu kayıt yürürlükten kaldırılınca gelen ani düşüşü görmekteyiz. Dikkatinizi çekerim, henüz 1 jenerasyon bile geçmedi doğuşta aile dinine zorunlu kayıt etmekten. Ama dahası da var, 1999 öncesi doğanlarda aile dinine mensup olarak varsayılanlar, kimliğindeki din bölümünü değiştirmek için uğraşması gerekiyor! Tıpkı Türkiyedeki gibi! Ve biliyoruz ki bununla uğraşan insan sayısı yok denilecek kadar az. Bununla da bitmiyor, dijitalleşme çağında birçok şeyi e-devletten yapabiliyoruz Türkiyede, Finlandiyada da ama gel gör ki Finlandiyada bazı bölgeler din haneni değiştirme dilekçeni elektronik ortamdan gönderdiysen kabul etmiyor! Tıpkı 70lerde olduğu gibi birkaç kamu dairesini bizzat dolaşarak bu işlemi gerçekleştirmek gerekiyor!


Ama hâlâ bitmedi. Finlandiya nüfusu son 20 senede 400,000 (dört yüz bin azaldı) ve genç nüfusu göçmen ile kapattılar, Statistics Finland raporuna göre. Peki, en çok göçmen nereden alındı sizce? Statistics Finland’ın Arapça Finlandiyada en çok konuşulan 3’üncü Yabancı ana dil oldu raporuna bakın şimdi de. Arap kökenli göçmenler de az değil, başka geri kalmış dindar topluluklardan gelen göçmen de az değil.


Kısacası, ister Finlandiya örneğine bakın ister ABD’ye bakın, eğitim yükseldikçe dinlerden daha hızlı tedavi oluruz iddiasın karşı çıkmak çok zor ya da imkansız.



“Yeni Ateistler Felsefe düşmanıdır” dezenformasyonu


Yeni Ateistleri karalamak için ortaya atılan dez birisi de bu. “Yeni ateistler felsefe karşıtı”. Öncelikle şunu söyleyelim: felsefe karşıtı olmak kusur veya ofsayt değildir, yani yeni ateistler felsefe karşıtı olsa bile burada bir sorun yok. Fakat bu kasten yayılan bir dezenformasyondur, o yüzden işin aslını gösterelim. Yeni ateistler denilen kişiler tamamiyle felsefe bilen ve felsefeyle iç içe olan insanlardır.


Yeni Ateizmin miladı olarak görülen Sam Harris, kendisi felsefe alanında eğitim almış birisi olup, ahlak felsefesi başta olmak üzere özgür irade gibi konularda da baya felsefe yapan birisidir. Ama not edelim özgür irade konusuna daha çok bilimsel yaklaşır, ki kendisi nörobilim uzmanıdır. En önemlisi de, size “felsefeyi küçümseyen” olarak lanse ettikleri Sam Harris, Moral Landscape adlı kitabında “bilim, felsefenin icra edilmesidir” der.


Bir diğer yeni ateist Daniel Dennett, itibar gören filozoftur. Wikipedia sayfasına bakmanız bile kafidir, burada anlatmayayım.


Christopher Hitchens’a gelelim. Daha önce yaptığımız alıntıya bakın, “dinlerin metafiziksel iddiaları yanlıştır” makalesi felsefi bir makaledir. Din felsefesi epistemolojisinde Hitchens Usturası denilen kavram yaygınlaşmaktadır ve o ustura “delilsiz öne sürülen iddia, delilsiz reddedilebilir” ilkesidir. Ateizm ve anti-teizm ayrımını yaygınlaştıran da Hitchens’tır. En önemlisi, “Hitchens Challenge” olarak bilinen Hitchens’ın meydan okumasıdır, ahlak tartışmalarında gayet  de belirleyicidir: iman olmadan yerine getirlemeyen ahlaki bir eylem ve iman ile yerine getirilmesi imkansız ahlaki bir ihlal söyleyebilir misiniz?


Yukarıda Stenger’den alıntı yaptım Yeni Ateistlerin felsefeyle meşgul olduğuna dair, Stenger’ın kendisi birçok felsefi çalışmada bulunmuş insandır ve kötülük problemine 3O-God denilen kavramı getirdi. Graham Oppy ve Sean Carroll’ın da yaptığı teistik evren modeli vs natüralistik evren modelini mevcut realiteyle kıyaslayarak sonuca gitmek yöntemini yaygınlaştırma girişimleri var. Oppy’nin “natüralizm teizmden daha basittir” mottosu ile hareket eder ve herhangi bir durumda doğal senaryonun doğaüstü senaryoya tercih edilmesi gerektiğini savunur. Yaratılışçılara karşı bilim felsefesi mücadelesi verir, sempozyumlar ve seminerler düzenlerdi.


Son olarak Jerry Coyne’dan bahsedeyim: Faith vs Fact kitabını okumanız yeterlidir, hem din hem bilim felsefesi yapılmış olup, Noam Chomsky gibi meşhur bir isimden takdir almıştır. Evanjelizmden Ateizme olan yolculuğunu anlattığı kitabında hem dinin sosyal etkilerine hem din felsefesine rastlarsınız.



SONUÇ:


Maalesef ki Öncül “felsefe” dergisinin bir içeriği daha kayfe muhabetinden daha düşük seviyede. Dezenformasyonlara gelmek, çifte standartları farkedememek, istatistikleri kontekstsiz okumak gibi durumlar bir “felsefe” dergisinde olmamalı.


Hayır, hayır. Aslında tam da onlarda olmasını bekleyeceğimiz şey bu: Nihayetinde, bu bir “felsefe” dergisi (“sözde” de olsa) ve hedef, felsefe sömürüsüne karşı duran Yeni Ateistler. Tabii ki sömürü düzeni sürmesi için “felsefe” dergilerinde bu tür dezenformasyonlar olacak. Kalite kimin umrunda, çark döndükten sonra? Önemli olan çarkın dönmesi sonuçta!

Comments

Popular posts from this blog

Bilimsel yöntemin yapısı: Bilim natüralist değil empiristtir (Kırmızı Asa serisinin bilim hakkındaki dezenformasyonlarına cevap)

Sean M. Carroll'dan bilim, natüralizm ve empirizm hakkında